MAHPEYKER KÖSEM SULTAN

Mahpeyker Kösem Sultan, en az Hürrem Sultan kadar Türk tarihinin meşhur hanımlarındandır. Hayatı romanlara, piyeslere, filmlere mevzu olmuştur. Hakkındaki imaj da çok çeşitlidir. Devlet işlerine karışan bir entrikacı mı, yoksa büyük bâdireler sırasında millete hizmet etmiş bir imparatoriçe mi?

Anastasya adında Bosnalı veya Moralı bir cariye iken, saraya alınmış; güzelliği sebebiyle Mahpeyker ismi verilmişti. Farsça, ‘ay yüzlü’ demektir. Ama haremde daha çok, pürüzsüz yüzü veya sebebiyle Kösem diye anılmıştır. Kösem aynı zamanda sürüye liderlik eden koyuna da verilen isimdir. Bu lakap, Mahpeyker’in sonraki hayatında ortaya çıkacak liderlik vasfına da delâlet eder. Babasının bir Ortodoks râhibi olduğu söylenirse de kat’i değildir. Hürrem Sultan için de anlatılan benzer bir senaryo vardır. Hakkındaki ekzantrik malumatın çoğu Venedik balyozlarının raporlarına dayanır. Romanların tasvir ettiği hayat hikâyesinin de çoğu hayal mahsulü ve kurgudur. Ancak insanlar kendisini bu romanlardan tanımıştır.

Hânedan kurucusu

Mahpeyker, zamanın icaplarına göre iyi bir tahsil ve terbiye gördüğü haremde, daha yeni tahta çıkmış olan genç padişah Sultan I. Ahmed’in dikkatini çekti. İkisi de 14 yaşında ve akran olan gençler, birbirlerini sevdiler. Bu evlilikten, Murad (1612-1640), Kasım (1614-1638), Süleyman (1615-1635), İbrahim (1615-1648) adında 4 oğlan ve Ayşe (1605-1657), Fatma (1606-1670) ve Atike (1614-1674) adında üç kız çocuğu dünyaya geldi. Zevci, ondan başkasıyla evlenmedi. Mahpeyker Sultan, güzel olmaktan ziyade, zarif, sevimli ve nâzik bir hanım olarak tasvir edilir. Sesi de pek güzeldi. Ramazan ayının son on günü câmide itikâfa girecek kadar dindar olan zevciyle beraber tasavvufa intisap etti. Zevcinin şeyhi Aziz Mahmud Hüdâî’ye bağlandı. Kaynaklar Sultan I. Ahmed’i dindar olduğu kadar yumuşak tabiatlı, barışçı, cömert, sanata düşkün ve hayırsever tanıtır. İstanbul’u süsleyen 6 minareli Sultan Ahmed Câmii, onun eseridir. Bundan sonra edeben Mekke ve Medine mescidlerine bir minare daha ekletmiştir. Padişahın hayatında 14 sayısının enteresan bir yeri vardır: 14. padişahtır; 14 yaşında tahta çıkmış ve 14 sene tahtta kalmıştır.

Mahpeyker Sultan’ın sâkin ve huzurlu bir hayat yaşayıp, çocuklarıyla meşgul olduğu bu devrenin ilk yılında padişahın annesi Handan Vâlide Sultan hayattaydı ve tabiatıyla saray haremine hâkimdi. Bu hayırsever hanım, oğlunun tahta çıkışından bir sene sonra vefat etti. Padişahın büyük annesi karizmatik Safiyye Vâlide Sultan da ertesi sene Eski Saray’da hayata gözlerini yumdu. Dolayısıyla Mahpeyker Sultan, harem hayatının ilk devresini, zevcinin kendisinden az evvel evlendiği diğer eşi Mahfiruz Başhaseki ile beraber geçirdi. Bu devre ait kaynaklarda Mahpeyker Sultan’ın ismi bile pek anılmaz. [Oğlu ilerde Sultan II. Osman adıyla tahta çıkacak olan Mahfiruz Sultan’ın vâlide sultanlığı kısa sürmüş; 1620’de vefat ederek Eyüp Câmii’ne yaptırdığı cüzhânenin yanında defnolunmuştur. Sur dışında medfun bulunan belki de tek padişah annesidir. Çok dindar olduğundan mı, yoksa çok sevdiği, ama Mahpeyker Sultan yüzünden kendisini ihmal ettiğini düşündüğü zevcine kırgınlığından mı bilinmez.]

Mahpeyker Sultan, 14 senelik mutlu bir evlilikten sonra 1617’de sevgili zevcini ateşli hummadan kaybetti. Böylece 28 yaşında iken kendisini siyasî kargaşanın ortasında buldu. Padişah, ardında en büyüğü 14 yaşında küçük çocuklar bırakmıştı. Çocuk yaşta hükümdar olmak, monarşi an’anesine aykırı değilse de, buhranlı bir zamanda Osmanlı tahtı için istikrarsızlık doğurabilirdi. Nitekim doğurmuştur. Mahpeyker Sultan’ın, oğullarının korumak adına, tahta üvey oğlu Şehzâde Osman’ın değil de, kayınbiraderi Şehzâde Mustafa’nın çıkarılmasında rol oynadığı söylenir. Doğru ise, bu ilk politik icraatıdır. Şehzâde Osman tahta çıkarsa, o kargaşa vasatında, kardeşlerini idam ettirmesinden korkulmuş; derviş tabiatlı Şehzâde Mustafa’nın padişahlığı, sert mizaçlı Şehzâde Osman’ın padişahlığına tercih edilmiştir. 14 yaşındaki Şehzâde Osman’ın yaşça küçük olduğu için tahta çıkarılmadığı da söylenir. Halbuki bu o zaman için çok da küçük bir yaş değildir. Babası Sultan I. Ahmed tahta çıktığında 14; Sultan Fatih padişah olduğunda 12 yaşındaydı.

Böylece o zamana kadar padişahın oğlunun tahta çıktığı primogenitur üzerine kurulu Osmanlı verâset sistemi; ailedeki en yaşlı şehzâdenin tahta çıktığı seniorat usulüne doğru değişmiş; aynı zamanda kardeş katli an’anesi de tavsamıştır. Mamafih bu işte Mahpeyker Sultan’ın rolü biraz mübalağalıdır. Daha çok Sadrazam Sofu Mehmed Paşa ile ve Şeyhülislâm Esad Efendi’nin rol oynadığı rivayet edilir. Şehzâde Osman, üç ay sonra asabi rahatsızlığı sebebiyle amcası tahttan indirilip de Sultan II. Osman adıyla tahta çıkınca, ikisini de azletmiş; ama üvey annesi Mahpeyker Sultan’a dokunmamıştır. Eğer bu işte rolü olsaydı, reaksiyonu daha sert olurdu.

Genç olmasına rağmen, fevkalâde meziyetlere sahip Sultan Genç Osman, memleketin içindeki buhranı sezmiş ve bundan çıkış yolları aramaya başlamıştı. Ama sert mizacı ve tecrübesizliği sonunu getirmiştir. Bir de o sene yaşanan ve Boğaz’ın bile donduğu şiddetli soğuk ile buna bağlı kıtlık ve pahalılık, Osmanlı tarihinde görülmemiş dehşette bir darbe ile tahttan indirilmesi ve feci bir şekilde öldürülmesi neticesini doğurdu. Askerler, böylece hânedan kanının lezzetini alacak; bundan sonra canları istediğinde, iktidarı tehdit ederek darbelere girişeceklerdir.

Sultan II. Osman’ın 1622’deki vefatından sonra Sultan I. Mustafa tekrar tahta çıkarıldı. Ama bu saltanatı da kısa sürdü. Mahpeyker Sultan’ın 12 yaşındaki oğlu Şehzâde Murad, 1623’de Sultan IV. Murad adıyla padişah olunca, Mahpeyker Sultan’ın yıldızı tekrar parladı. Padişah annesi için kullanılan ‘mehd-i ulyâ-i saltanat’ unvanıyla anılmaya başlandı ve Vâlide Sultan sıfatıyla küçük yaştaki oğluna nâibelik yaptı. Siyaseti annesinden öğrenen padişah, yaşına erince, Mahpeyker Sultan geri planda durdu. Böyle iken, 1633 tarihinde padişah Bursa’da iken, İstanbul’da tertiplendiğini düşündüğü bir darbe teşebbüsünü mektup yazıp oğluna bildirdi. Padişah acele dönüp, bu işin başında gözüken şeyhülislâmı cezalandırdı. Sultan IV. Murad’ın İstanbul’da tertiplenen isyanlar vesilesiyle sarayda bulunan üç erkek kardeşini, ezcümle kendi oğulları Şehzâde Kâsım ve Süleyman’ı idam ettirmesini önleyemediyse de, en küçük oğlu Şehzâde İbrahim’i ağabeyi padişahın muhtemel gazabından korudu. Böylece Osmanlı hânedanının devamında mühim bir rol oynadı. Zira Sultan IV. Murad’ın oğlu yoktu. Şehzâde İbrahim de idam edilseydi, Osmanlı hânedanı tarihe karışacaktı. Bu bakımdan Mahpeyker Sultan bir ailenin kurucusu sayılabilir. Herkes tarafından sevilmiş ve hürmet görmüştür.

Ağabeyi Sultan IV. Murad’ın 1640’daki ölümüyle tahta çıkan 25 yaşındaki Sultan İbrahim, çekindiği, hatta ürktüğü annesini iyice geri plana itti. Hatta bir ara Rodos’a göndermeyi bile düşündü. Bunun üzerine Florya’daki çiftliğinde inzivaya çekilen Vâlide Sultan, herşeye rağmen oğlunun çocuk sahibi olması ve hânedanın devamı için büyük gayret etti. 1645 senesinde, padişahı tahttan indirmek üzere kendisiyle gizlice görüşen veziriazam Salih Paşa’nın teklifini geri çevirdi. Mahpeyker Sultan, Osmanlı tarihinde tahta üst üste iki oğlu çıkan ilk vâlide sultandır.

Haremde iki baş

8 yıllık saltanattan sonra Sultan İbrahim, 1648 yılında bir asker ve bürokrat darbesiyle tahttan indirilip öldürüldü. Bazıları bunun suçunu annesine yükler. Nitekim isyandan az evvel, bir huzursuzluğun farkına varıp, veziriazam Hezarpâre Ahmed Paşa’ya padişahın hayatının korumak için tahttan indirilmesinin çaresini sormuştu. Görülüyor ki, bu hâdise doğru ise, oğlunun tahttan indirilmesini istemesi bile, onu korumak maksadıyladır.

Daha tedbir alınamadan çıkan bu isyanda Hezarpâre Ahmed Paşa öldürüldü. Sonra isyancılar saraya yürüyüp padişahı tahttan indirdiler. Mahpeyker Vâlide Sultan, Topkapı Sarayı’nın harem dairesi önünde isyancıların temsilcilerine dil döküp oğlunu tahtta tutmayı denedi. Buna muvaffak olamayınca padişahın salâhiyetlerini ulema ve askerlerden müteşekkil bir meclisle paylaşmasını teklif ettiyse de, kabul edilmedi. Mahpeyker Vâlide Sultan’ın burada başında ipekli siyah peçesi ve iki yanında haremağası olduğu halde, soğukkanlı ve tecrübeli tavırları ile münazara edip karşısındaki ulema sınıfından darbecileri yorgun düşürdüğü, Nâima gibi tarihçiler tarafından övülerek anlatılır.

Darbecilerin kararlı olduğunu gören Vâlide Sultan, oğlunun hayatının bağışlanması karşılığında tahttan indirilmesine rıza göstermiş, ama verilen söz tutulmamıştır. Mahpeyker Sultan, torunu Sultan IV. Mehmed’in tahta çıkmasını temin etmiş; doğması muhtemel daha kötü neticeleri metaneti ile önlemiştir. Tıpkı oğlu İbrahim’i, daha evvel ağabeyi Sultan IV. Murad’ın gazabından koruduğu gibi. Darbecilerin, yeni padişahın yeniçeri ocağı câmiine götürülerek burada biat edilmesi teklifine Mahpeyker Sultan şiddetle mukavemet etti. Böylece biat, devlet an’anesine muvafık olarak Topkapı Sarayı’nda cereyan etti.

Sultan İbrahim’in 7 yaşındaki oğlu Sultan IV. Mehmed tahta çıktığında, hem annesi, hem babaannesi hayattaydı. Gerçi Sultan I. Ahmed 1603’te tahta çıktığında, büyükannesi Safiyye Sultan hayattaydı; ama âdet üzere Eski Saray’a gönderilmiş; orada iki sene sonra vefat etmişti. İki oğlu ve torunu peş peşe tahta çıkan Mahpeyker Sultan ise, yeni padişahın genç ve tecrübesiz annesi Terhan Sultan’ı atlayarak nâibelik yapmak istedi. Ama kayınvâlidesi gibi zeki ve dirâyetli olan Terhan Sultan buna izin vermeye niyetli değildi. Mamafih bu devrede kısa bir müddet de olsa devletin fiilî idarecisi olarak Mahpeyker Vâlide Sultan görülür.

Mahpeyker Sultan, buhranlı zamanlarda yeniçeri ocağının ağaları (ordu) ile iyi diyalog kurmanın faydasına inanırdı. Bu sebeple asker kendisini tutuyordu; saray ağaları (saray bürokrasisi) da Terhan Sultan’ı. Öte yandan sermaye ve ekonomik gücün sahibi olan tüccarlar oligarşisi, ordu ihaleleri vesilesiyle askerlerle irtibat hâlindeydi. Ordu ile iyi geçinmenin, ekonomiyi elinde tutanlarla da iyi geçinmek olduğunu biliyordu.

Bu arada Mahpeyker Vâlide Sultan, harem teşrifatında bazı değişikliklere girişti. Haremağalarının hareme girmelerini, gerek harem ve gerekse harem dışındaki işlere karışmalarını şiddetle yasakladı; aksi takdirde öldürüleceklerini bildirdi. Hatta buna dair bir yazıyı haremin kapısına astırdı. Böylece sarayda belli bir nüfuza sahip bulunan ağaların düşmanlığını kazandı. O zamana kadar hep aklıselim ve tedbirle hareket eden Mahpeyker Vâlide Sultan’ın bu tavrı, sonunu getirdi. Haremağaları, diğer saray ağalarıyla ittifak ederek Mahpeyker Sultan aleyhinde bir kampanya başlattı. Nitekim otoriter âmirler, haklı bile olsa, altındakiler tarafından zaman sevilmez.

Mahpeyker Vâlide Sultan, yeniçeri ocağı ağalarından Kara Murad Paşa’yı veziriazamlığa getirtti; Bektaş Ağa vasıtasıyla da İstanbul tüccarlarını sıkı kontrol altına aldı. Öyle ki bir kuruşun bile, hesabını sorar oldu. Böylece ticaret oligarşisinin de düşmanlığını elde etti. Mahpeyker Sultan aleyhindeki dedikodular, muhtemelen bu iki klik tarafından maksatlı olarak ortaya atılmış ve yayılmıştır. Zira zamanın tarihçilerinin çizdiği ‘fakirlerin annesi’ imajıyla, Mahpeyker Sultan hakkında anlatılanlar hiç de mütenasip değildir.

1651’de İpşir Paşa isyanı ve şehirdeki yeniçeri ayaklanması vesilesiyle Mahpeyker Sultan’ın bir saray darbesi yaparak, küçük padişahı öldürtüp annesi daha munis olan Şehzâde Süleyman’ı tahta geçireceğinden şüphelenen saray ağaları harekete geçti. Mahpeyker Sultan’ın torununu tahttan indirtip yerine annesi daha saf bir kadın olan Şehzâde Süleyman’ı çıkartmak istediği, Sultan IV. Mehmed’i de öldürtmek üzere zehir hazırlattığı, ama bir kalfanın haber vermesiyle işin ortaya çıktığı mübalağalı bir dedikodu olsa gerektir. Padişahı tahttan indirmek istediği eğer doğru ise, onu muhtemel bir zarardan kurtarmayı hedeflediğini söylemek de mümkündür. Mahpeyker Vâlide Sultan’ın ihtiraslı icraatları, Ahmed Refik, Reşad Ekrem gibi yazarların romanlaştırdığı gibi gerçekte bir ‘kadınlar saltanatı’ olarak adlandırılamaz. Halkın iktidarda Osmanlı ailesinden birisini görmeye alışık olduğu bir devirde, otorite boşluğunu yine aileden birisinin doldurmasıyla izah edilebilecek normal bir şeydir.

Nihayet 3 Eylül 1651 tarihine denk gelen bir Ramazan gecesi 120 zülüflü baltacı, Vâlide Sultan’ın kendisine düşman ettiği haremağaların açtığı kapıdan hareme girerek, kendisini öldürmeye teşebbüs etti. Mahpeyker Sultan, dairesindeki döşek yüklüğüne saklandı. Fakat dolap kapağının dışında kalan elbise kuşağının ucunu gören bir cariye, kendisini ihbar etti. Talih yıldızı sönen Mahpeyker Vâlide Sultan, Kuşhane Kapısı önüne sürüklenerek burada öldüresiye dövüldü. Öldü sanıp bıraktıktan sonra, kımıldadığını görünce, Kuşçu Küçük Mehmed adında bir baltacı perde ipi ile üzerine yürüdü. Vâlide Sultan, boynundaki güvercin yumurtası büyüklüğünde zümrütü uzatıp yalvardı ise de kulak asmadı. Kendisini perde kordonuyla boğarak şehid etti.

Bir vâlide sultanın, haremde, öldürülmesi, Türk tarihinin en acı ve utanç verici hâdiselerindendir. Vefatında 61 yaşındaydı. Hicrî yıla göre 63 yaşında olur ki talihin bir cilvesidir. Ertesi gün na’şı Eski Saray’a götürüldü ve sevgili zevcinin bugün Sultanahmed Meydanı denilen Atmeydanı’ndaki türbesine defnolundu. Bu arada dairesi yağmalandı; kapı halkı tacize uğradı; maiyeti öldürüldü. Hem hayır ve hasenata sarfettiği, hem de nüfuzunu sürdürmek için kullandığı zengin servetine el konuldu. Vâlide Sultan’ın katli üzerine, askerler ayaklandı ise de, esnafın da desteği ile muvaffak olamayıp sindiler. Harem halkı, Mahpeyker Sultan’ın vefat ettiği Kuşhane Kapısı ve na’şının bir müddet üzerine konulduğu sekiyi adeta mukaddes kabul etmiş ve uzun zaman burada mum yakmayı âdet edinmişti. Bu da Mahpeyker Vâlide Sultan’ın dışarıdaki imajı ile haremdeki imajının ne kadar farklı olduğunu gösterir.

Fakirlerin Anası

Mahpeyker Sultan, aklı, zekâsı, güzelliği, hayrat ve hasenatıyla tanındı. Emsalsiz servetini hayır yolunda harcadı. Yaptırdığı hayır eserlerinin başında Üsküdar’da emsalsiz güzellikteki Çinili Câmi gelir. Kubbe kasnağına kadar 17. asrın en nefis çinileriyle süslü olan câminin yanında ayrıca mektep, çeşme, dârülhadis, çifte hamam ve sebil inşa ettirmiştir. Câminin, Cerrahpaşa’da 336 odalı bir vakıf hanı vardı. İstanbul’un en büyük hanı idi. Harab olunca yerine Cerrahpaşa Câmii yapılmıştır. Ayrıca Boğaziçi’nde Anadolu Kavağı ve Fatih-Çarşamba’da mescid; Yenikapı’da çeşme; İstanbul’un ticaret merkezi olan Çakmakçılar yokuşunda Büyük Vâlide Hanı’nı ve Konya’da vakıf hanı yaptırdı. Karamürsel’de Yalakdere köprüsünü, ayrıca Atina civarındaki Livadya’da Badra Çayı üzerinde 7 gözlü köprüyü kurdu. Kâhire’de su terazisi; Cüdeyde’de hacıların su ihtiyacının karşılanması için su kanalları inşa ettirdi. Haremeyn fakirlerine yardım edilmesi ve Haremeyn’de Kur’an okutulmasına dair vakıflar kurdu.

Çevresindeki fakirlere yardım ederek halkın kalbini kazandı. Kıyafet değiştirip tebdil gezerek şehir halkının sıkıntıları giderir; borçlarını ödeyerek borçluları hapisten kurtarırdı. Her sene çok sayıda köle azatlardı. Fakir kızları çeyiz vererek evlendirir; evi yanan, gemisi batana imdat elini uzatırdı. Sâdât Ulûfesi adlı vakıftan, Hazret-i Peygamber soyundan gelen fakirlere para verilirdi. Hac yolundakilere su ve şerbet dağıtması için sakalar vazifelendirirdi. Donanmaya her yıl bir kadırga yaptırıp hediye ederdi. Pek iffetli ve dindar idi. Aralıklarla 20 sene kadar süren nâibeliği sırasında, devlet ricâli ile kafes arkasından haremağası vasıtasıyla konuşurdu. Öldüğünde, şehir halkı, önceden kimseye dökmediği kadar gözyaşı dökmüş, ‘Vâlide-i Şehide’nin arkasından mersiyeler düzülmüştür. ‘Ümmü’l-müminîn’ [müminlerin anası] ve ‘ümmülmesâkin’ [fakirlerin anası] diye anılmıştır.

6 padişah gören Mahpeyker Sultan’ın hayatı, çoğu gerçek dışı hâdiselerle dolu roman, piyes ve filmlere mevzu olmuş; Türk tarihinde hiç bir kadın onun kadar tanınmamıştır. Katı yürekli ve entrikacı olarak gösterilmiştir. Kadın haklarının ateşli müdafileri bile kendisini, ‘kınalı parmaklarını devlet işlerine’ sokmakla itham etmişlerdir. Karışık zamanlarda yaşamış olan tarihî şahsiyetler, muhalifleri tarafından hep menfi tanıtılır. Mahpeyker Sultan’ın da varsa hataları, olduğundan fazla abartılmış, ortaya kötü bir vâlide sultan imajı çıkmıştır. Bıraktığı eserler, onun hakiki karakterini, dindar, cömert ve hayırsever olduğunu gösterir. Kadınlar saltanatı, tamamen siyasî bir zaruretin eseridir; kısa sürmüş ve zarardan çok fayda getirmiştir. Hırslı olduğundan bahsedilmiş, vatanperverliği sebebiyle hareket etmiş olabileceği dile getirilmemiştir. Hayatındaki acı günler, tatlı günlerden fazla olan bu hanımın, sıkıntılı bir devirde ağır devlet yükünü nahif omzuna yüklenmesi bir fedakârlıktır.

Yakın tarihimizdeki Mahpeyker Kösem Sultan tasavvuruna misal olarak merhum Hilmi Işık’ın bir hatırasını nakletmek münasip düşecektir: “Bir zamanlar Osmanlı tarihini kötülediler. Türk yavrularına, Osmanlı saraylarını zevk, safa, hatta sefahat ve fuhuş yeri olarak tanıttılar. Lisede okurken, sınıfın birincisi olduğum için, öğretmenler gibi, bana da konferans verdirmişlerdi. Mekteb kütüphanesindeki maarif yayınlarından, uzun bir konferans hazırlamıştım. Kösem Sultan’ı, Terhan Sultan’ı, saraydaki aşk maceralarını, devlet idaresinin kadınlar elinde kaldığını, daha nice kötü olarak öğrendiğim şeyleri anlatarak çok alkış toplamıştım. Bu alkışlardan duyduğum lezzet uzun zaman devam etti. Hiç unutmam 1940 senesinde Beyoğlu’nda, köşedeki Alman Kütüphanesi’nden Die Islamische Kunst adında, büyük bir kitap almıştım. İçinde İslâm memleketlerindeki sanat eserlerinden seçme resimler ve her biri hakkında izahlar vardı. Bu güzel kitabı aylarca tetkik ettim. ‘Eminönü’ndeki Vâlide Câmiinin temelini Kösem Vâlide Sultan yaptı. Üsküdar’da Çinili Mescidi ve Anadolukavak Mescidini ve Çakmakçılar yokuşunda Büyük Vâlide Hanını yaptırdı. Rumeli’de çok vakıflar yaptı. Akıl ve dirâyeti ile Osmanlı Devletine çok hizmet etti. Türkler, buna Kösem Sultan derse de, ismi Mahpeyker Vâlide Sultandır’ diyerek övmekte olduğu bu sultana vaktiyle konferansımda atıp tuttuğum için büyük vicdan azabı çektim. Alman kitabı beni uyandırdı. Okul kitaplarımızdaki yazıların iftira olduğunu anladım. [Üstadım] Seyyid Abdülhakîm [Arvasî] Efendi Hazretleri’ne hâdiseyi anlattım. Bana ‘Ömrünüzün sonuna kadar dua edip kendisine hediye ederseniz, inşallah o da size hakkını helâl eder!’ buyurdular. Merhume Mahpeyker Sultan’dan her zaman af dilemekteyim.” (Hakikat Gazetesi, 16.01.1971) [Hadîkatü’l-Cevâmi’de, Eminönü Yeni Vâlide Câmii’ni Mahpeyker Sultan’ın yaptırdığı yazıyorsa da, doğrusu Safiye Sultan başlatmış; vefatıyla yarım kalan binayı Terhan Sultan tamamlamıştır.]

Mahpeyker Sultan’ın üç kızı da hânedan tarihinde çok evlilikleriyle tanınır. Ayşe Sultan (1605-1657), bir kısım sûrî (görünüşte) olmak üzere 8 vezir ile evlendirildi. Hepsinden de dul kaldı. En meşhur zevci Sultan IV. Murad’ın veziriazamı olup ısyancılar tarafından parçalanan Hâfız Ahmed Paşa’dan iki oğlu oldu. Kışları Aksaray’da, yazları Salacak’ta otururdu. İstanbul’da çeşme, medrese ve Okçularbaşı’nda sebil yaptırdı. Babasının türbesindedir. Fatma Sultan (1606-1670), yedi defa evlendi. Eyyüb’deki sahil sarayı bugün yıkılmış olmakla beraber, çeşmesi durmaktadır. Üç oğlu oldu. Atike Sultan (1614-1674), Şehzâde Kâsım’ın ikiziydi. Üç defa evlendi. Çocuğu olmadı. Hadice Terhan Vâlide Sultan’ı yetiştiren odur.

Bibliyografya: Nâima Tarihi; Silahdar Tarihi; Tarih-i Gılmânî, Hadîkatü’l-Cevâmi (Ayvansarayî); Üsküdar Tarihi (İ.Hakkı Konyalı); Kadınlar Saltanatı (A. Refik), Kösem Sultan (R. Ekrem Koçu); Kösem Sultan (C. Baysun, İA); Mahpeyker Kösem Sultan (T.Hasırcıoğlu, Resimli Tarih, S.75-77); Padişahların Kadınları ve Kızları (Ç. Uluçay); Kösem Sultan (T.Tunalı, Hayat Tarih, Ağustos 1975); Kösem Sultan (N.Sakaoğlu, İst.A.)